ISSN: 1301-255X
e-ISSN: 2687-4016

Serap Leloğlu Ünal

Anahtar Kelimeler: halı, işlev, gösterge

İnsanın dile dönüştürmesi açısından daha hızlı akan düşüncelerinin bir kısmı, beş duyuyla tanınabilen, adlandırılabilen dünyaya, diğer bir kısmı beş duyuyu aşan âleme ait inanış ve tasavvurlardır. Maddî dünyanın varlıkları, uyarımları yoluyla, insanın manevî dünyasında yeni hükümlere yol açıyor. İnsan, kendini, diğer insanları, canlı ve cansız başka varlıkları sorgulamak yoluyla, ne olduğunu, ne için yaratıldığını ve Yaratan ile kendisi arasındaki ilişkilerin nasıl geliştirilebileceğini kavramaya uğraşıyor. Böyle bir kavrayışın sonucunda ise, hem kendine yabancılaşmayacak, hem benzerlerine, hem de yaratan (Hâlik)ına...

İnsanoğlu, yaradılış sırrıyla ilgili bu kavrayış için çektiği çilelerin bir kısmını, bilim adına bilimin dili ve metodları ile; bir kısmını ise, sanat adına sanaün imkânları ile ortaya koyuyor. Özellikle sanatın dilinin ve malzemesinin aracı olarak kullanıldığı tepki verişlerde, ya gördüğünü doğrudan nakletme veya taklit etme; ya üstü örtülü ifadeler gibi yollardan birini benimsiyor. Üstü örtülü ifade kavramı bizim için çok önemlidir; çünkü, sanatın esasını bu örtülendirme teşkil eder. Edebiyat metinlerinde dilin imkânlarından doğan örtülendirme (kinaye, istiare, teşbih- î beliğ, telmih vb.) gerek nazım, gerekse nesirli eserlerde kolayca görülebiliyor.

serlerde kolayca görülebiliyor. Bu noktada bir konuyu açıklığa kavuşturm aya çalışayım: Hangi alana ait kompozisyonu esas alırsak alalım , Türk estetiği denilince ne anlaşılıyor?

Türk estetiğinde renk tercihi nasıldır?

Türk estetiğinde soyutlama hangi hallerde niçin yapılıyor?

Türk estetiğinde somutlaştırma aracı gibi kullanılan sembolik şekiller hangileridir, nasıl adlandırılır ve anlamları nelerdir?

Türk soylu halklar hangi durum veya parça için güzel diyor, güzellik anlayışlarında boyut, renk, hacim hangi ölçüde etkilidir?

Türkler, somutlaştırmanın mekânlaştırma olarak karşımıza çıktığı mimarî eserlerinde (dinî, sivil, askerî, ticarî) eser, çevre, insan ilişkilerini nasıl kuruyor, nasıl süslüyor, özel yapı haline nasıl dönüştürüyor?

Bu soruların cevapları üzerine bağımsız bir kollokyum veya bilgi şöleni düzenlenebilir, düzenlenmelidir.

Bu sorulan halı, kilim, cicim, keçe, palas gibi dokuma, örme sanatı ürünlerini esas alarak cevap aramayı deneyenler, işin zorluğunu tanımış oluyorlar. Bazıları ise, Türklerin bu konuda meydana getirdiklerini yabancıların gözü ile görmek ve anlamak gibi bir yolu benimsiyorlar. Bu konuda en az hatalı hükümler veren K. Erdmann bile motif bilgisi veya bezek-yorum bilimi alanına gelince, Issık Kol veya Çin Türkistanı gibi Türkiye'ye çok uzak eski coğrafyamızda geçmişte ve bugün meydana getirilenleri dikkate almadan hükümler vermiştir. Hah motiflerini araştıran ancak zamansız kaybettiğimiz Ş. Yetkin, merhum G. Erbek, bu sanatın dışında da incelemeleri bulunan merhum H. Z. Koşay, merhume E. Esin ve O. Aslanapa, N. Diyarbekirli, G. İnal, B. Karamağaralı, N. G. Kırzıoğlu, Ö. Küçükerman, S. Mülayim, N. Ölçer gibi Arış’a yansıyan imzala Antik Dekor Dergisi’nde yazılarını takip ettiğimiz Ö. Çokay gibi araştırıcılar bu yanışların tarihten günümüze akıp gelen örtülü anlamlarını kavramaya ve yorumlamaya çalışmaktadır.

Dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan Türk kökenli 200-220 milyon insan, estetik, ekonomik ve işlevlik (fonksiyonel) ihtiyaçları için dokuma, örm e v.s. işlemli ürünler meydana getirmiş; son kırk yıldır eski Sovyet ülkeleri ve Avrupa, yirmi yıldır da Amerika, Türklerle ilgili yanlış bilgilendirilmenin olumsuz sonuçlarıyla içiçe yaşıyor.

Siyasî, ekonomik türden düşünce kirlenmelerinin, halı, kilim gibi apolitik alanlara da sıçramış olması üzücüdür. Medyatik destekli bu politik kirlenmenin bilim ve sanat alanına bulaşm asına Türk dostu olan yabancıların da izin vermemesini isteriz ve bekleriz. Medyatik dünya aracılığıyla yansıtılan ve artırılan bu kirlenme, biz Türk aydınlarını çok üzmektedir.

KAVRAMLAR NE DİYOR?

Herhangi bir varlığın başka bir alanda, ölçü ve ölçeğini yeniden değiştirerek meydana getirilmesi, örneğine uygun veya örneğini hatırlatan yahut örtülerini açmayı gerektiren bir obje hâline dönüştürülm esi, bazen sanat, bazen zenaattir. Yaratılmış ile yaratan arasındaki ilişkilere yapılmış bir sunuş anlamı da taşıyan dinî sanat eserlerinde, özellikle İslâmî olanlarında örtülendirme daha fazladır.

Varlıklar âlem inden bize gelen uyarımların bizde yaptığı etkileri, ya varlığı hatırlatacak, ya da etkiyi duyuracak tarzda yeni bir bütünlüğe dönüştürme işine sanat, ortaya çıkan kompozisyona sanat eseri denir.Sanat eseri, hareket noktası açısından bir uyarımın sonundaki heyecanların başkalarına taşınması, başkalarına gösterilmesi ve paylaşılması ihtiyacının ortaya çıkardığı bütünlüktür.


Bu heyecanların, cinsî olmayan haz ve elemler türünden olması, bir tezi savunmak niyeti ve gayreti taşımaması sanat eseri ile karşı karşıya olmanın belirtileridir. Bu açıdan sanat eserinin yorumu,"kişisel görüşler" aktarma veya felsefe yapma değil, psikolojinin, sosyal psikolojinin, sosyolojinin, metod desteği ile zenginleştirilmelidir.[1]

Sanat eserinde, bir özün üstüne atılan örtüler, en alttakini saklamak için konulan tüller hangi anlamları taşıyor, özde olan ile, bu tüllerin ilişkileri ne ölçüdedir? Bir sanat eserinin yaratılmasına sebep olan heyecanı, eserin neresinde nasıl bulabiliriz? O tüllerin arkasına sığınan unsurları nasıl adlandırabilir, yorumlayabilir, kavrayabiliriz? Sanat eserinin özü ile parçaları arasındaki ilişkiler yeterince kavranabilir mi? Sanat eserinin yaratıcısı olan kişinin, diğer insanlarla, tabiat, eşya ve büyük yaratıcıyla (Hâlik) ilgi ve ilişkilerini nasıl kavrayabiliriz?

Bilgi, başkalarına ulaştırılırken iki özellik taşıyan yapısıyla karşımıza çıkıyor: Örtülendirilmiş ifade, doğrudan anlatım... Din ve Edebiyat (özellikle şiir) alanlarına ait bilgiler,üstü örtülü iletişim özelliği gösteriyorlar. Onları anlamak sanıldığından zo r, hatta bazen mümkün de değil. Halı ve kilim de, şiir gibi örtülü bilgilerin yorum gerektiren bir anlatımın yansıdığı ürünlerdir. Bu örtülü anlatımın, bu özel bilgilerin anlaşılması için keyfî, şahsî olmayan metodlu yorumlara ihtiyaç vardır.

İnsan , tabiat, Yaradan, ilişkilerine bağlı soruların cevaplarını, bilgi, sezgi ve metodlu merak yoğurmalıdır. Bu konudaki metodlu bilginin anahtar kavramlarından beşi sembolik, alegorik, ikonik, motif ve desendir . Bu kavramların tanımlarında anlaşmazsak, metodumuzu kuramayız.

konuda bilgi edinme, bilgiler arası ilişkiler yoluyla yeni hükümler verme işleminde, zaman ve enerji harcamasını en aza indiren yol, yöntem, usûl anlamına geliyor. Biz sanata ait bir objektivizasyon olan halı bezeklerinin nasıl yorumlanabileceğinin metodunu bulm ak zorundayız. Bunu sağlamak ise bazı kavramları terim seviyelerine çıkarm ak üzere tanımlayıp, düşüncelerimize anahtar yapmaktan geçiyor.

Başka dillerden alınmış kelimeleri de kullanarak sanatın örtülendirmesini adlandırmak ve hükme bağlamak daha kolay olacak: Alegorik ifade, sem bolik ifade, ikonografi,motif, desen..

Dile dayanmayan sanat eserlerinde de, dünyadaki bir varlıktan alınan etkilerin bir sanat objesi haline dönüştürülürken ortaya çıkan objenin üzerinde de bu türden örtüler vardır. Gerek resim, heykel, kabartma, gerekse mimarinin bazen ana, bazen de tamamlayıcı unsuru olan her türlü süsleme sanatlarında kullanılan I örtülendirmeleri şu kelimeler aracılığıyla kavrayabiliriz:

Sembol (Symbol) / sembolik, Alegori (Allegori) / Alegorik (Allégorie), İkon (Icon) / İkonik, (Iconic), İkonografik (Iconographie).

Türkçe sözlük, "sembol" kelimesine "duyularla ifade edilemeyen bir şeyi belirten somut nesne veya işaret, remiz, rumuz, timsal, Symbol" karşılığını veriyor. Bu kelimeye dayanarak, sembolik ifade kavramını, herhangi bir varlıktan alınan etkilerin varlıkla ilgili bilginin olduğu gibi aktarılmasına değil, onu hatırlatacak türden yerine koyuşların başarısına bağlayarak, ifadelendirme olarak tanımlayabiliriz. Sembolik, herhangi bir varlığın, ya kendisini veya yaptığı etkiyi duyurmak, düşündürm ek, hayâl ettirmek için aracılar kullanma, asıl öğenin yerine koyuşlar yoluyla yapılan ifadelendirme anlamına gelir.

Böyle bir ifadeyi çözebilmek için sembol adı verilen, yerine koyuşu biliyor olmak gerekir. Her alanın sembolleri birbirinden farklıdır. Kastedilen ifadeyi kısaltıp, ekonomiklik kuralının sonucunda doğan semboller bir kenara, sembolik öğeler ayrıştırıcı, ilgili olanları temsil edici, biraz da bir sırrı taşıyıcı işaretler, harflerdir.

tabakanın veya mesleğin kendisine mahsus işareti, sembolü bulunduğu gibi, milletlerin de birbirinden ayrı olan remizleri, işaretleri, timsalleri vardır.

Soyut olan veya soyut yönü ağır basan bir kavramın veya varlığın kendisini hatırlatmak, o kavram veya varlıkla ilgili duygu, düşünce ve hayâl uyandırmak için varlığın bütününü değil, herhangi bir yönünü veya bir parçasını doğrudan yahut az örtülü bir şekilde somutlaştırılarak ifadelendirmeye alegorik ifade denir. Alegorik anlatımda daima çağrıştırılan ile ilgili bir çağrıştıran unsur vardır ve çağrışım ne kadar güçlü olursa çağnştırmak üzere seçilen yol ve obje de o kadar etkilidir denilebilir.

Dil Kurumu'nun yayınladığı, Türkçe Sözlük, ikon kelimesine, "Ortodokslarda, Meryem veya ermişlerin tahta üzerine mumlu veya yumurtalı boyalarla yapılmış dinî resimlerine verilen ad" karşılığını veriyor. Bu eksik tanımı şu şekilde yeniden ifadelendirmek gereğini duyduk:

Efsanevî bir hayatı olan Hz. İsa, Hz. Meryem ve ona inanan ilk oniki kişinin imanlarının sonucu olan çileleriyle ilgili örtülü ifadelere ve ifadelerden doğan objeleştirmelere ikon, bunu hareket noktası yapan bir anlayışla her türlü bir işaret aracılığıyla anlatıma da ikonik denir; bunların kavranmasıyla ilgili tahmin, tercih, tefsir yapmaya ise ikonografi denilebilir. Mısır ikonografisi (Hıristiyanlık öncesi); İslâm sanatları ikonolojisi...

İçinde gizliliğin belirtisi olan, sır taşıyan işaretler, harfler döneminden sonra, özellikle Rönesans'la beraber tasvir sanatına büyük yer ve destek vermiş olması, Hıristiyan ikonografisini sembolik, hattâ alegorik olmaktan çıkarıp, bir resim sanatı olma yönünde geliştirdi. İslâm ise, imanın ve inanan insanın yaradılış sebebine yabancılaşmaması için, yaradanın yerine put karakteri taşıyan bir objenin konulmaması için, resim sanatına, daha doğru bir ifadeyle, tasvire çok dikkate değer sınırlar ve hattâ yasaklar koydu. Bundan dolayıdır ki, Müslüman milletlerin herbirinin millî bir dünya olarak ortaya çıkan sanatlarında, objeleştirme, tasvirden çok tezhip yönünde gelişti.[2] Tasvir sanatında şekillerin arkasında metafizik bir dünya aram a zahm eti istem ezken, M üslüman milletlerin sanatlarında, ayrı ayrı yorumu gerektiren remizler, mazmunlar, işaretler, semboller vardır.

Türkler, gerek İslâmiyet öncesinde, gerekse İslâm sonrasında bu örtülendirmeyi çok severek, neredeyse soyutlamaya doğru taşıyarak kendilerine mahsus bir sanat dünyası kurdular.

Ancak yeri geldi, o soyut yaratmaların içine insan figürleri de yerleştirdiler. Minyatürlerdeki mantığı biraz değiştirerek veya genişleterek insan figürlerine ulaşma eğilimi ve başarısı için Divriği Darüşşifası'nda veya Niğde Hüdavend Hatun Türbesi'nde bulunan tasvirler, bu düşüncemizin bir delilidir.

Motif, her biri tek başına bir varlık taşımadığı halde, bir bütünün bir bezemenin bir süsün anlamlı parçası olma özelliği taşıyan sanat öğelerinden herbiridir.

Tahta, mermer, taş, pişmiş toprak veya örgülü , dokumalı yahut işlemeli yün, pamuk, ipek gibi malzemelerden herhangi birinin oluşturduğu zemine, farklılaştırıcı bir özellik taşımakla beraber, süslemeye bir heyecan katmak için değil yerine ilgi sağlamak için tekrarlar yoluyla elde edilen düzlem üstü şekillendirmelere motif denilebilir.

Desen ise, renkli veya renksiz resim soyundan anlamlı çizgiler... Bir desen tamamlanmış bir eser de olabilir; bir kompozisyonu ön hazırlığı (etüd, eskiz), ön çalışmaları tamamlanmamış şekil arayışları da olabilir.

İşin bu noktasında Şebnem Ercebeci'ye söylediğim görüşlerimi tekrarlayacağım: Motif, ikon, sembol, remiz, desen, model gibi kaynağını ve pek tabiî düşündürüşünü başka bir dilden alan kelime ve kavramların peşinde çile çekmek yerine, örnek, yanış, nakış, bezek, çitik, şekil, süs, işlengi, en-im, göl/gol, sayma, oy, oyu, oya, oyum, bediz, bedüz kelimelerinden birini kullanabiliriz. Bu kelimeleri tanımlara kavuşturarak, kavramlaştınp (her kavram düşüncenin anahtarıdır, hem dile, hem düşünceye derinlik kazandırır). Sanat eserlerinin üzerindeki üstü örtülü ifadeleri yorumlamak daha kolaydır. Bir şiiri doğru yorum lam anın, doğru açıklam anın yolu, o dilin imkânlarının sanata nasıl taşındığının bilinmesinden geçer.


Telmih yahut teşbih yahut mecâz-ı mürsel'i bilmeyen birine bir mısranın arkasındaki dünyayı anlatamazsınız. Türk milletinin oyma, kakma, dağlama ve kabartma yoluyla yahut başkaca süsleme aracılığıyla meydana getirdiği sanat eserlerinin herbirinin arkasındaki dünyayı anlamak için, YANIŞBİLÎM veya BEZEK YORUMBİLİM yahut NAKIŞ YORUM BİLİM adlarından birini benimseyip yaygınlaştıracağımız bir alan ve bilim anlayışına ihtiyacımız var.

Şebnem Hanım, yukarıda söylediklerim için, bana bütünüyle değilse de, yarıya yakın ölçüde hak veriyor. Öyle büyük yabancı asıllı Türkologlar var -ki, en genci Dimitri Vasiliyev dostumuzdur- Türk kültürünün sanata dönüştüğü noktalarda ortaya çıkan bezekleri, yanışları, nakışları yorumlarken, arkasındaki değer anlayışını kavramış olabilme başarısıyla doğru orantılı olarak kalıcı hüküm ler verebildiler. Kişinin zihnen veya bedenen harekete geçmesini hazırlayan veya sağlayan tavır alışları ve tepkileri doğuran veya yoğuran, eyleme dönüşmesine yol açan temel dürtülere DEĞER denir. Dokuma, işleme, örme ve çitimeye dayalı sanatlardaki değerler, milletlere göre değişen dürtülerin doğurduğu ve sonucu farklı olan, farklı bezek, nakış yahut yanışların yorumunu yapabilmek için, yeterli bilgiye ve sezgiye sahip olmak gerekir. Buradaki sezginin ve sezinlemenin gereğine ve önemine dikkat çekmek isterim.

Yanış yorumbilim veya nakışbilim veyahut bezek yorumbilim adlardan birini kullanılmasını teklif ettiğimiz çalışma alanı, sanata özgü değer ile bir millete ait değerin örtüşen yönleri bakımından, İnsanî öz ile kültürel özün bütünleştirici yanları açısından örtülendirilerek meydana getirilenin, doğru değerlendirilm esi ve hükm e bağlanmasıdır. Böyle bir değerlendirme ve hükme bağlama yalnız sanat eserini değil, kültür bütününü görebilmeyi gerektirir.[3]


Her sanat eserinin, ön plânda veya aslî özelliği olmayan bir işlevi vardır. Eğer o işlev, aslî ve ön plândaki özellik olursa zenaat (Artizane) adını alır. Türk milleti ise, meydana getirdiği hem sanat, hem de zenaat eserlerinde işlevi dikkate almıştır. Halı, kilim, palas, cecim, zili, şırdak, keçe, sumak türünden kirkitli ve düz dokuma, örme, çitime yoluyla oluşan ürünler, işlev, estetik ve ekonomi olmak üzere üç ana açıdan değerlendirilebilir.

Halı, kilim v.s. türünden ürünlerde, işlev denilince, hem kullanımdaki yerini, hem de bu ürünlerin üstündeki bezekler aracılığıyla "iletilen”i, örtülenen ,,söylem"i (mesaj) anlamaktan yanayım.

HALININ İŞLEVİ BAKIMINDAN BİR BEZEĞİN YORUMU

Hah sanatı, yünün, pamuğun veya ipeğin, işlevin gerektirdiği bir ölçü (ebat, boyut) ile düğümlerden oluşan, üzerinde genellikle bezekler bulunan, havlı bir dokuma ürünüdür. Halı sanatını düz yaygı dokumalardan ayırmak üzere "kirkitli dokuma" veya "havlı dokuma" denilmesini doğru bulanlara katılanlardanım.

Halı kelimesinin kalıg (kelime sonundaki g sarig, kapug gibi kelim elerin sarı, kapı kelim elerine dünüştüğünde düşen g'dir; bu adlandırma değerlilik, yanışı yoluyla haber taşıyıcılık ve dayanıklılık bakımından kalıcılık özelliği göstermesi ilgili olabilir) üzerinde yer alan yanışların bir olayı, durumu dileği sonraki kişi ve zamanlara kalacak biçimde saklaması anlayışından dolayı kalug, kalıçı kelimelerine mi bağlanacağı, yoksa kav/hav (tüylü yükselti) kelimelerine bağlı kavlı/havlı'dan bozma bir kelime mi olduğu konusunda hüküm vermek kolay değil... Her üçünde de kelime Türkçe asıllı olmayı gerekli kılıyor. Diğer taraftan, halı kavramıyla, gelenekli bilgiye dayanan el becerisinin sonucu olan düğüm esaslı dokumaları anlıyoruz. Bu halılar, elle üretildiğinden tıpa tıp aynısını bulmak da, seri üretim yapmak da mümkün olmayan ürünlerdir. Başkalarının ihtiyacı düşünülerek satılmak veya değişilmek üzere üretilenler ile cehize konmak için dokunanlarda, sanat yönü ağır basmakla birlikte, üretildiği ailenin içinde ihtiyacı karşılamak üzere dokunan halıların, renk, düğüm sayısı, bezek türü ve yanış tercihi bakımından daha az özenmişlik görülmektedir.

Türk halısının başka milletlerden ayrılan yönü ve yanı, işlevi veya işleve bağlı farklılaşmaları ile yanış, nakış, bezek adı verilen yüzey üzerindeki şekillendirilmiş öğeleridir.

Arış'ın 3. sayısında, Prof. Dr. Reşat Genç'in Kaşgarlı Mahmud'un bin yıl önce meydana getirdiği Türklük Ansiklopedisine yansıyanlar bakımından halı sanatımızı işleyen yazısında, kavramlar ve terimlerle ilgili verdiği bilgiler, çok düşündürücüydü. Teferruata girmeksizin bu konuda şu cümleyi söyleyip kendi meselemize döneceğiz:[4]

Koyun, keçi, deve üretmiş, evcilleştirmiş, islâh yoluyla yeni hayvanlar edinmiş olan Türkler, bu hayvanların etinden, sütünden ve derisinden istifade etmenin örneğini verdiler. Ancak, asıl örneklik eden yönü bakımından Türkler, bu hayvanların yünlerini eğirip ip haline getirerek dokuma, örme ve işleme sanatlarına ait katkılar yaptı. Yaklaşık binbeşyüz yıldan beri Tarım Havzasına, Türkistan bozkırlarına pamuk eken Türk Soylu Urukların hem giyim, hem örtünme ihtiyacını karşılayan eşyalarda yün, pamuk kullanırlar. Evi (üy, otağ) halı, kilim ve keçeden keçeden yapılmış bir milletin (ki bugün Kırgızistan ve Kazakistan'da da Çin sınırları içinde kalmış bulunan merkezi Kaşkar olan Uyguristan yahut Çin Türkistan'ı veyahut Doğu Türkistan denilen coğrafyada da keçe ve halıdan yapılmış ak üy de oturulur.) dokuma sanatlarına hâkim olmaktan doğan teknolojilere bağlı âlet isimlerini adlandırması akıl sahiplerinin kolayca kavrayabileceği bir durumdur.[5]

Türkler yaylak, kışlak düzeni ile (göçebe olmayan) yaşayan birbirlerinden mallarını (hayvanlarını da) dağlayarak veya halı, kilim ve keçenin üzerine dokuyarak, çok özel yapılmış, karışmayı önleyici damgalar kullanmışlardır.Damga bugünkü bazı kurumların amblemleri gibidir.

Her aileye mahsus ayırıcı bir işaret taşıyan damga (tamga) bulunduğu gibi, bazı damgalar bir sülâleyi, bazıları bir Türk boyunu göstermektedir. Bu damgaların herbirinin anlamları da farklıdır.[6] Türklerde, gerek dokuma örme, işleme, gerekse, oyma, dağlama, kabartma sanatlarının örneği olan eserlerde, damga kökenli işaretler vardır. Bu damga kökenli, işaretlerin sanat heyecanı uyandırmak üzere kullanılanlarını gruplandırabiliriz:

1. Orhun yazısı da denilen alfabeye dayalı olan bu harflerin tabiî bir sonucu sayılan damgalar

2. Eşya (ok, makas, kılıç vb.)ların resmî anlamına gelen damgalar, işaretler...

3. Şaman veya Kam tarafından tılsım aracı olmak üzere kullanıldığına inanılan ve Hz. Süleyman mührü türünden en eski tabiat dinimizle ilgili işaretler, tamgalar

Türklerde bezeme sanatı ile ilgili şekillendirişlerin arkasında, bu üç ana kaynaktan gelen bezekler nakışlar bulunmaktadır. Bu üç ana kaynağa şunları da ilâve edelim:

4. Büyük saygı duyulan korkulan, çekinilen yahut ongun sayılan hayvanlar: Dağ keçisi veya kıvrımlı boynuzu, geyik boynuzu, ejder, pars ayağı, aslan dişi, yılan, akrep, balık, yırtıcı kuşlar...(veya bunların stilize edilmiş şekilleri).

5. Bir olayı veya bir dileği yahut bir rüyayı, hem sembolik, hem de soyutlanmış ve ana çizgilere ulaşmış bir şekilde anlatmak.[7]

6. Geometrik çizimler; çiçek çeşitleri, Arap, Lâtin, Kiril harfli ifadeler...[8]

7. Kişiler, kahramanlar (Leyla Mecnûn vb., Molla Nasreddin vb., Manas, Köroğlu vb.; Fuzûlî, Nevâî vb.; 18., 19. ve 20. yüzyıllara ait siyaset ve idare adamları).

Yukarıdaki maddelerde yeralan yanışlarla ilgili örnekler vermek konuyu geliştirip bir kitap hacmine taşımak işini Türk Halıcılığına gönül verenlere bırakıyorum. Bezek, yanış, nakış, göl v.s. kelimelerinden hangisini kullanırsak kullanalım, bu adlardan birini taşıyan, sayısını kesinlikle bilemediğimiz açık veya örtülü (symbolik, stilize, alegorik, ikonik) birçok işaretin adlarının, çizimlerinin ve anlamlarının katalogunun yapılması bu alanın en büyük problemidir. Ben, bu yazıda bazılarının sivastika, bazılarının gamalı haç adını verdiği tamganın nakış olarak kullanımı üzerinde duracağım.

Türkler, Şamanlık adı verilen tabiat dinine ait değerlerin dünyasını hem tamgalarına hem inanış ve davranışlarına yansıttılar. Tabiat, tanrı, insan m ünasebetlerinin bir göstergesi olan Yeni Kün (Nevruz) Bayramını bile yeni keşfedebilmiş Türkiyeli aydınlara ikibin yıl önceki inanışlarımızın ve değerlerimizin dünyası olan damgaların hem kimlik belgesi gibi kişiyi, aileyi sülâleyi, hem de boyu veya bodunu gösterdiğini anlatmak kolay değil. Diğer taraftan güneşin rengi olan sarının, hem değişim aracı olan ahunun, hem ısıtan yaylaka gidilmesine, ürün alınmasına yol açan güneşin işareti sayılan ve mecazî olarak kudret, kuvvet (güneşten kinaye, ahuna telmih) değerli ve ölümsüz anlamlarına gelen + (artı) işaretinin Şamanlığa inanan Türklerde kudret, kötü ruhları kovan tılsım olarak kullanıldığını söyleyebiliriz. Türkler, bu ….. işaretinin askerlik sanatına uzak Hintlilerde ve Çinlilerde mitolojik kahramanlıklarının sırrı izlenimi verdiler. Türkolojiden yüz yıl önce temelleri atılan Sinoloji ve Hindoloji araştırıcıları, gördükleri bu işareti, Türklere bağlamayı düşünemediler.

Atilla, Hun/Kun Türklerinin başbuğu olarak Roma'ya kadar ilerledi... Doğu Avrupa'ya yazlık bir başkent yaptığı söylenen bu efsanevî kahraman Avrupa müzik, sahne sanatlarına da, destan gibi edebiyatlarına da büyük katkısı oldu. Atilla'nın destanî hayatı yüzünden ölümsüzlüğüne inanıldığını[9] biliyoruz.

Bu komutanın etrafındaki mitolojinin alegorik ifadesi olan bu (sivastika, gamalı haç) işaretinin, Atillânın ordusundaki komutan bayraklarından birinin üzerinde bulunduğuna, bugün bile Altay’larda süslem e için kullanılan yırtıcı kuş resminin stilizasyonundan alındığına ve bu yolla Avrupa'ya taşındığına inanıyorum .

Halkların ve kültürlerin renklere ve şekillere yüklediği özel anlamlar vardır. Halklar ve kültürler bu anlam farklılıklarıyla birbirlerinden ayrılıyorlar. Türkler sarıyı merkez, hükümranlık, kırmızıyı tanrı, koruyucu ruh, ocak, dirlik, bağımsızlık, hürriyet; yeşili ise dirilik, tazelik olarak anlamlandırıyorlar. Diğer taraftan sannın bir haç şeklinin, hem de uçları bükülmüş ışık saçan güneşi hatırlatan şekile dönüştürülmüş haliyle Türk soylu halklar tarafından bayraklarına koyulmuş olması, halı araştırıcılarının bu işareti yorum larken dikkat etm elerini gerektirir.

Türk Soylu Halkların meydana getirdiği yaylak kışlak düzenli hayata ait yüksek kültür öğelerinden herhangi birisini Çin'e veya Hind’e bağlamak ihtiyacını duyan yabancı araştırıcılarla aynı çizgiye düşmek yanlışından kurtulmak isteyenlerdenim.

Sivastika'nın Hind orjinli veya Çin asıllı olduğunu ileri süren Batılıyı anlamak mümkün. Bir Türk araştırıcısının bu iddiayı tartışmasız kabul etmesini anlamak ise, mümkün değil:

a. Çerh, çark adını taşıyan ve eski tabiat dinlerinden semavî dinlere geçmiş olan talihin oluşum biçimi, dünyanın dönmesine sebep olan özel güç ve insanın ömrünü tayin eden oluşum ve gelişimini belirleyen devri (astrolojik) kavram haline dönüşen bu işaretin tabiat inanışıyla ilgili bir kalıntı olduğunu söyleyebiliriz. Şamanların eşyalarının ve başlıklarının üzerinde bu türden, işaretler bulunduğunu biliyoruz. Hz. Süleyman'ın özel bir güç ve kuvvet taşıdığına inanılan ve bugünkü İsrail devletinin bayrağında bulunan yıldızı gibi Türklerin, Türk soylu halkların hafızasında günümüze kadar ulaşan eski inanışların izi olmak üzere devam eden bu işaret halı ve kilimlerimizde rahatça görülebilir.

b. Şahsen biz Koçgarmüyüzün iki tanesinin veya dört tanesinin sırt sırta vermesi suretiyle oluşmuş bir şekil olduğuna dair açıklamalar da dinledik. (Kırgızistan Halı Müzesi'nde bu konuda izahatte bulunuldu.) (Resim 2)

c. Çiftleşen yılan, ejder, Koçgarmüyüz (ikili, dörtlü, sekizli koç veya keçi boynuzu) gibi ana bezek (yanış, nakış) lerin de stilize edilmesi sonucunda ortaya çıkan uçları dönük haç (gamalı haç, sivastika).

SONUÇ

İnsanlık ailesi içinde birbirini görmezden gelemeyecek kadar benzerlikleri bulunan, herbiri estetik, etnik, nasyonalitik ve kültürel farklılıklar taşıyan bir tarihî birikime sahip toplumlar vardır. Bu toplumlardan biri olan Türk soylu halklar, fonksiyonel (işlevlik), estetik, ekonomik özellik taşıyan halı, kilim, sumak, keçe, kiyiz, cicim, zili, palas, şırdak vb. kirkitli veya düz dokumaların, örmelerin, işlemelerin ve sıkıştırmaların ürünleştirilmiş örneklerine sahiptir.

Batı dillerinden aldığımız ikono-grafi, ikono-loji kelimelerinin Hind Avrupa asıllı kültürlere ait işaretleri, sembolleri ve alegorik şekilleri yorumlayabileceğini kimse reddedemez. Ancak, biyolojik hastalıkların bile coğrafyalara ve milletlere göre değiştiğini öğrendiğimiz günümüzde ikonografi teriminin yerine, düşünce ve kültürel birikim karşılığını da gözönünde tutarak, bezekyorumbilim, yanışyorum bilim , veyahut nakışyorumbilim kavramlarından birinin kullanılmasını teklif ediyoruz. Bu teklifimizi, Türk bilim adamlarının da, Türk sanatına gönül veren Türk dostu, yabancı bilim adamlarının da anlayışla karşılayacağını ümit ediyoruz.

Türk soylu halklardaki halı, kilim, cicim, sumak, zili, palas, keçe, kiyiz, şırdak adlan verilen yün, pamuk, ipek malzemesiyle şekillenen yaygı, örtü, yastık, heybe, torba, çanta, seccade (namazlık) olarak kullanılan dokuma, örme, işleme, sıkıştırma (tepme, dövme) sonuçlu ürünlerin çeşitli açılardan değerlendirilmesi yapılabilir. Bu inceleme alanlarını oniki grupta topluyoruz:

1. Bunlardan her birini meydana getiren aşiret ve boylar (uruk);...

2. Meydana getirilen coğrafya;

3. Meydana getirildiği zaman;

4. Kullanımdaki işlevi;

5. Boyutlar (ölçüler);

6. Kullanılan teknikler;

7. Kullanılan malzeme (pamuk, yün, ipek, bitki lifi);

8. Boyama yöntemleri ve araçları;

9. Kullanılan renkler;

10. Aile içi ekonomik veya pazarlama yoluyla Gayri Safi Millî Hasılaya katkısı.

11. Makine halılarının üretiminde gelenekli motiflerin yeri nedir ve ne olmalıdır?

12. Bu ürünlere konulan nakışlar ve anlamları.

Sadece onikinci madde bile, konunun büyük bir ekibin araştırması gerektirdiğini düşündürüyor . [10]

Biz estetik değeri, sosyo-kültürel işlevi ve sosyo-ekonomik yeri olan ürünlerimizi doğru kavramak ve sahip çıkmak arzumuzun örneği olan bu yazıyla "ezber elli" Türk kızlarına selâm yollamak istiyoruz.

Kaynaklar

  1. Sanat kavramındaki soyutlama ve objektivizasyon için, bkz. Sadık Tural, Edebiyat Bilimine Katkılar, Ankara 1993, s. 87¬-98.
  2. Sadık Tural, "Estetik Duyarlılık Konusunda Kavramlaştırma Denemesi", Erdem, Aydın Sayılı Özel Sayısı-III, Nu. 27, Ocak 1997, s. 1255-1267.
  3. 9. Yüzyılın sonlarında Fransız mozaikçisi ve ressamı Pretextat LECOMTE adlı eserin dekorasyonu ve restorasyonu için İstanbul'a davet edilmiş, ailesiyle eski başkente yerleşmiş, yaptığı incelemeler (Önsözündeki tarih Mayıs 1901) Paris'te Arts et Metiers en Orient adıyla yayınlanmış, 1974 (?) yılında Ayda Düz tarafından Türkçe'ye kazandırılmış ve merhum Kemal Ilıcak'ın takdim yazısıyla yayımlanmıştır. Bu eserin 79-127. sayfalar arasında tokuma, işleme sanatımızın -yanlış anlayıp anlatmaları dikkat edip fark edip, hatâları tekrar etmeye kalkmadan- Anadolu'dan İstanbul'a akan ürünlerin hem ticaret ve işlev, hem de sanat yönlerini görmek mümkün olabilir.
  4. Büyük saygı duyulan korkulan, çekinilen yahut ongun sayılan hayvanlar: Dağ keçisi veya kıvrımlı boynuzu, geyik boynuzu, ejder, pars ayağı, aslan dişi, yılan, akrep, balık, yırtıcı kuşlar... (veya bunların stilize edilmiş şekilleri).
  5. Türklerde, pamuk, yün, ipek elde etme kültürü ve bunlar aracılığıyla meydana getirdikleri ürünler konusunda bk. Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, 2.bs., Beşinci cilt, Ankara 1985, s. 137-242.
  6. Türk damgalannı doğru anlamak ve Türklük ile damga ilişkisini açıkça görebilmek için; a. Osman Akçokralı, Kırım’da Tatar Tamgaları, Bahçesaray 1926 adb eski harfli eserini notlarla (Emel Dergisi’nde yayınlandı) genişleten İsmail Otar’ın eklemelerini de bir araya getirip, İnver Sel tarafından yayma hazırlanan, Kırım ’da Tatar Tamgaları, Ankara 1996 adlı; b. Ali Rıza Yalkın, Türk Damgaları, Bursa 1943; c. Bahaeddin Ögel, a.g.e:, d. Güran Erbek, Anatolian Motifs, 3. Baskı, İstanbul 1987, s. 36-38, gibi kitaplarla F. Köprülü, F. Sümer,İ. Kafesoğlu, E. Esin, B. Ögel, N. Diyarbekirli, O. Aslanapa ve R. Genç’in eserlerine başvurulabilir. Bu yazının yazılmasından önce söylediğim birkaç cümleyle ilgilenip, makaleye dönüştürmeme yol açan, küçük bir bibliyografya oluşturan Serap Hanım ile yazının çeşitli yönlerden genişlemesine sebep olan Şebnem Hanım’a âlenen teşekkür ediyorum.
  7. Halının da sadece uzmanlan tarafından okunan bir özel metin olduğu öteden beri ileri sürülmüştür, (bkz. Önder Küçükerman, "Türk Halıcılığının Tarihten Gelen Sorunları", Arış, yıl 1, sayı 1, Mart, 1997, s. 46-49) Katıldığımız bu iddiaya ise, Kazakistan veya Türkmenistan'da halı, kilem, "okuçları"nı görünce daha çok inandık. Fakat, Arış'ın ikinci sayısında yayınladığımız Sağatbek Medevbekule'nin "Sumağın Sırrı" adb bir sumakın yanışlannı okuyan yazısı ilk ve tek yazılı delil olarak (bu makaleyi bana gönderen kızkardeşim Karlıgaş Kadeşeva'ya tekrar teşekkürler etmeliyim) bilim âlemine sunulmuştur.
  8. Bunlardan sadece yazılı halı seccâdeler üzerine Prof. Dr. R. Arık'ın yönlendirmesi ve yönetimiyle bir (yaklaşık 100 sayfa) araştırma yapan ve okuma imkânı bulduğum S. Leloğlu-Ünal'ın çalışması bile işin zenginliğini ve zorluğunu anlamama yetti... Keşke bu araştırmayı yayınlayacak bir kuruluş bulabilsek... Aynca bu sayıda N. Görgünay-Kırgızoğlu'nun yazışma bakılabilir.
  9. Hungarya'nın Hun/Kun yurdu ( veya işgali altındaki yer anlamına geldiğini E. Tasn'adi'den dinlemiştim) Magyar'ın ise, Atilla’yla birlikte gelen maji (büyü) ile uğraşüğına inanılan kam (şaman) larla ilgili bir kelime olmayı düşündürmekle beraber çok eski slâv olmayan bir milletin adı olması daha çok mümkündür. Asıl konu ise Atilla’nın bayrağında/sancağında bulunan gamalı haç da denilen güneş sembolünün -Süleyman mühründeki ölümsüzlük sağlayan yıldız gibi- Avrupa'ya yayılmış olması ihtimalidir. Bu konuda bk. A G. Nemeth, Atilla ve Hunlar, (çev: Şerif Baştav), İstanbul 1962; b. Yaşar Önen, Tarihte, Efsânede ve Kahramanlık Destanlarında Atilla, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1981.
  10. Sayın Selçuk Mülayim tarafından, bu şekillerle ilgili bir alan araştırması için geliştirdiği soru kağıdının Arış'ın içerisine konup, beşinci sayı ile dağıtılmasını istedi. O teklife katılıyorum ve Prof. Dr. S. Mülayim'i kutluyorum.

Şekil ve Tablolar